Musa Dağ’dan Marsilya’ya 100. yılda Ermeni direnişi
*Projenin adı “Akdeniz’de 40 Gün – Musa Dağ’dan Marsilya’ya”. Bu gezide neler öngörülüyor?
Fransızların Ermenileri kurtardıkları yer olan şimdiki Çevlik Limanı’ndan bir yelkenli ile yola çıkıp 40 günlük bir Akdeniz yolculuğu yapacağız. Bu sene, Musa Dağı’ndaki Ermenilerin Fransızlar tarafından kurtuluşunun 100. yılına denk gelen 14 Eylül’de (asıl tarih 12 Eylül) yola çıkıp iki hafta içinde Suriye, Lübnan ve belki Kıbrıs ve İsrail’e de uğrayarak 27 Eylül’de Port Saïd, Mısır’a varacağız. Kasım’da ve 2016’nın Ekim’inde ise yola devam ederek Akdeniz’i çevreleyen her ülkeye uğrayarak son durağımız olan Marsilya’ya varacağız. Uğrayacağımız limanlar arasında Marsilya şehrinin kuruluşuyla yakından bağlantılı olan Foça, Mıhitaristlerin de bir adalarının bulunduğu Venedik, birçok mültecinin Avrupa’daki ilk çıkış noktası olan Lampedusa gibi limanlar olacak, ama Kuzey Afrika, özellikle Cezayir de Marsilya’ya gelmeden uğrayacağımız limanlar. Musa Dağ’ında, Akdeniz’in en doğu noktasında yaşanmış bu hikâyeyi ve orada hala varlığını sürdürmeyi başarmış bu köyün varlığını Akdeniz’in kuzeyinde güneyinde ve batısında da duyurmak böylece Akdeniz’in doğusu ile batısı arasındaki mesafenin azaltılmasında bir rol oynamak istiyoruz.
Gezimizin ilk etabında, aynı 100 yıl önce olduğu gibi Ermenilerin gittikleri yolu takip edeceğiz. Musa Dağ’dan Port Saïd’e gideceğiz. Tek fark, biz yolda limanlara da uğrayacağız. Gezerken Akdeniz’in bugünkü gerçekliği de bizim projemizin gidişatını etkileyecek. Dört yıl önce bu proje kafamda şekillenirken Suriye’deki durum bu kadar vahim değildi. Tüm bunlar olurken biz rotamızı değiştirmek istemiyoruz, hatta özellikle olaylardan sonra Suriye’ye uğramak istiyoruz. Lazkiye rotamızın üzerindeki limanlar arasında. Oranın Suriye içi göçe de sahne olan bir yer olduğunu düşünürsek, özellikle de Kesab Ermenilerinin barınmış olduğu bir yer olması itibariyle uğramadan geçmek olmaz diye düşünüyorum.
*Bu projenin genel amacı ne?
Projenin dört amacı var, amaç tam doğru kelime değil aslında, üstüne kurulmuş olduğu dört sütun var diyelim. İlk olarak Musa Dağ’daki direniş hareketini anmak ve genel olarak direniş olgusunun altını çizmek, bunun sonucu olarak da hayatta kalışı, kalabilmeyi kutlamak. İngilizcede daha makul bir karşılığı var: ‘Celebrating the Survival’. Sadece ölümü andığımız 100. yılda, büyük zorluklarla ve kolektif bir direniş hareketi sonucunda hayatta kalmayı başarabilmiş bu insanları da anmaya yer ayırmalıyız diye düşündük. 1915’ten sonra, Ermeniliği ve kendimizi soykırım üzerinden tasvir etmemek her ne kadar imkansızlaştıysa da, denemeliyiz...
İkinci olarak bu kurtuluşun sadece kolektif direniş hareketi ile başarılmadığını, Fransız Deniz Kuvvetleri’nin aldığı yardım kararının da altını çizmek gerektiğini göstermek istiyoruz. Bunların dışında Akdeniz’in buradaki kurtarıcı rolü de önemli. Akdeniz bugün binlerce insana mezar oluyor. Denizin ve Akdeniz’in aslında bazen hayatta kalabilmemize yardım ettiği, bir anlamda kurtarıcı olabileceğini de hatırlatmak istiyoruz. Musa Dağ’a çıkanlar, sığınanlar için tek kurtuluş denizden geldi. Bugün kendilerini lastik botlarla Akdeniz’e atan insanların da umudu bu kurtuluş aynı zamanda…
Ve son olarak bu gezi tarihteki bu olayı Avrupa’ya romanıyla duyurmuş olan Franz Werfel’e bir saygı niteliği de taşıyor. Onu takdir etmek, hürmetle anmak için tasarladık. Yanımıza ‘Musa Dağ’ın 40 Günü’ romanını okuyabildiğimiz beş dilde, orijinali olan Almanca, Türkçe, Ermenice, Fransızca ve İngilizce olmak üzere alıyoruz. Belki Arapçasını da ekleriz kütüphanemize. Sonuçta uğrayacağımız birçok ülkenin ana dili Arapça ve romanı onlara da tanıtmak istiyoruz.
*Projeye Musa Dağ`dan başlamak güzel ama Marsilya’da bitirmek neden? Marsilya’yı vurgulamak istemenizin özel bir sebebi var mı?
Marsilya, Ermeniler tarafından 20. yüzyılda çok göç almış bir liman şehri. Ben daha önce göç Port Saïd’ten gelen Ermenilerle başlamıştır sanıyordum ama tam öyle değil, mutlaka Marsilya’ya Musa Dağ’dan gitmiş veya Port Saïd mülteci kampından geçmiş Ermenilerin torunları vardı. Marsilya ile Antakya, Akdeniz’in iki ucunda iki şehir, ikisi de tarihte değişik sebeplerle önem taşımış liman şehirleri. Marsilya ve Antakya’yı Akdeniz dışında birbirine bağlayan başka şeyler de var, mesela bu iki şehirde yaşayanlar değişik kökenlere sahip halklar. Marsilya özellikle Mağrip’ten çok göç almış bir şehir, şehrin bu dokusunu Antakya’dakine çok benzetiyorum.
Tabii bir de sabun üretimi var; bu üretim iki şehir için de büyük önem taşıyor. Halep Vilayeti’nde yaygın olan bu zanaatın bu taraftan oraya gitmiş olma ihtimali yüksek, her halükârda iki bölgede de yüzyıllara dayanan bir geçmişi olduğu kesin. Marsilya’nın gezimizdeki bir diğer anlamı da Franz Werfel’in Avrupa’yı terk etmeden önce uğradığı son duraklardan biri olması. II. Dünya Savaşı hemen öncesi Avrupa’yı terkeden birçok Yahudi entelektüele bir yıldan fazla ev sahipliği yapan Sanary-sur-Mer, hemen Marsilya’nın doğusunda bulunuyor. Marsilya’nın Türkiye ile bir yakın bağlantısı daha var, o da Foça. Cité Phocéen olarak da anılan Marsilya şehri, 2600 yıl önce Foça’dan giden Phokaialılar tarafından kurulmuş.
*Lazkiye’ye indiğinizde ya da diğer duraklarda neler yapacaksınız?
Lazkiye’de yaşayan Ermenilerle buluşmak istiyoruz, daha sonra Beyrut’a, oradan Kıbrıs’a, Larnaka’ya uğrama niyetimiz var. Başarabilirsek İsrail’de ufak bir limana ve son durağımız olan Port Saïd’e gideceğiz. Uğradığımız limanlarda hem orada yaşayan Ermeni cemaatleriyle hem de Fransız Kültür Enstitüleri ile buluşmalar planlıyoruz. Onların aracılığıyla özellikle sanatçı, edebiyatçı ve bilim insanları ile tanışmalar olacağını umuyoruz. 40Jours.org ve face-book/40JoursDeLaMediterranee günlük rotamız takip edilebilecek. Her gün bir yazı yayınlamayı düşünüyoruz. Bir güncemiz, bir logbookumuz olacak.
*Ekibinizde kimler var? Kaç kişi olacaksınız?
Ekibimizde daha önce ARTE için çekilmiş birçok belgesele imza atmış olan kameraman arkadaşımız Cécile Thuillier yer alıyor. François Beaune, Lyon doğumlu bir edebiyatçı ve kendisinin diğer çalışmaları dışında birçok dilde yapılmış ‘Akdeniz Etrafından Gerçek Hikayler’ projesi vardır, ve bunun bir kısmı kitaba çevrilmiştir (La Lune dans le Puits (Kuyudaki Ay), 2013, Gallimare). Bir de görsel sanatçı ve aynı zamanda yelkenci arkadaşımız Hervé Massard var ekipte. Kendisinin bir taraftan hazırlıklarını sürdürdüğü All at See adlı bir projesi daha var. Türkiye’den de destek olan arkadaşlarımız var, mesela İmge Özbilge logo konusunda oldukça yardımcı oldu.
*Projeyi nasıl finanse ediyorsunuz?
Tamamen kendi kendimize finanse ettiğimiz bir proje, yani kendi cebimizden, biraz kazandıklarımız biriktirdiklerimiz, biraz da ücretsiz olarak ortaya koyulan emek yoluyla biraz da banka finansmanı ile kotarılmış bir proje. Biraz benzinimize, biraz yoldaki liman vergi ve saire gibi masraflarımıza biraz da yolluk nevalemize katkıda bulunmak isteyenlerden de destek olabilsin diye sembolik olarak, hem de tanıtım amacı ile kisskissbankbank’da bir platform açtık.

Dünyalı bir seyyah: Ani Değirmencioğlu
İstanbullu olan Ani Değirmencioğlu, liseden sonra Viyana’da ekonomi yüksek lisans eğitimi aldı. ‘Soykırım Teorilerinde İktisadi Faktörler, ve Ermeni Soykırımı’na Yakından Bakış’ tezi ile Ermeni Soykırımı konusu ile daha da yakından ilgilenmeye başladı. Değirmencioğlu 2007’de Viyana’da Federal Çalışanlar Odası’nda vergi politikaları bölümünde danışman olarak çalıştı ve kurumu Brüksel’de Avrupa Birliği çapında bir kampanyada temsil etti. Verbund firmasının işlettiği Birecik Barajı’na Türkçe bilen bir genel yönetici aranmakta olduğu dönemde şarap satıcılığı ile ilgilenen ve kendi firmasını kuran Ani Değirmencioğlu, 2014’te ani bir kararla Gaziantep’e taşınıp yöneticiliğe soyundu. ‘Akdeniz’de 40 Gün – Musa Dağ’dan Marsilya’ya’ projesinin çalışmalarını yürütmek için bir süreliğine Marsilya’ya yerleşen Değirmencioğlu, bir kenara koyduğu ama hiç unutmadığı projesini 2015’te tekrar canlandırmış.
DENIZ ZAMANINDA BIR DAYANIŞMA YOLCULUĞU
Hervé Massard: Denizde olmak hafıza ve hayal arasında bir bilincin daimi bir eyleme dönüştüğü egzersiz demek. ‘40 jours de la Méditerranée’ Akdeniz’in ortasında tecrübelerimizin bilgilerimize galip geleceği bir deniz zamanı olacak. Aynı zamanda direnişin ve insani yardımın evrenselleştiği nokta olan Musa Dağ’dan başlayacağız.
Cécile Thuillier : Marsilya’da doğup büyüyen biri olarak Ermenilerin yaşadıkları trajedileri biliyordum. Okulda arkadaşlarım vardı, kültürlerine şahitlik ettiğim bu ailelerde hep bir hüzün vardı. Soykırım ne olduğunu ve nasıl izler bıraktığını anlamayacak kadar küçüktüm. Ama bu insanların üzerindeki ağır yükü hep hissettim. Ani bana projesini anlattığında onun hissiyatı beni çok etkiledi. Bu gezi Ermenilerin ne hissettiğini tam olarak anlamam ve aynı zamanda dostluk ve insanlık duygularını Akdeniz’de tekrar tadabilmem açısından çok önemli oldu.
Francois Beaune: ‘Musa Dağ’da 40 Gün’ muhteşem bir roman çünkü Werfel aykırı bir direniş hikâyesi sunuyor bize. Direnişin ve umudun anlatısı, Soykırım sırasında 7 köyün organize olabilmesi, Türk ordusuna karşı savaşması ve kazanması… Karanlık bir gecenin, kabusun ortasında erkekler yok edilmiş, kadınlar ve çocuklar savaşamazken, yüzbinlerce genç ve çocuk umutsuzca ölüme yürürken Werfel bir anda Lepsius’un anlatmadığı diğer gerçeği, direnişi resmetmeye başlıyor. Ani’nin projesi ile bu kitabı farklı şehirlerde dağıtacak, okutacak ve farklı insanlarla tanışıp yeni ve gerçek hikâyeler toplayacağız. Bu çok heyecan verici.

