Gelin biz umudu çocuktan öğrenelim
Memleket diye kainatı belleyen ozan Ahmed Arif, çocuğu geleceğin cisimleşmiş hali olarak görürken başka türlü bir hayat düşlemişti: “Kızlarım, oğullarım var gelecekte / Herbiri vazgeçilmez cihan parçası / Kaçbin yıllık hasretimin koncası / Gözlerinden, gözlerinden öperim / Bir umudum sende / Anlıyor musun?” Bir umudumuz çocuğun temsil ettiği saflıkta. O saflığa ulaşmak, iyi insan olmak istiyor, ancak yarattığımız sistemde kah zorba kah mazlum olurken, içimizdeki kudreti iktidarlara havale ederken, kendi elimizle dünyamızı başımıza yıkıyoruz.
Bir yılın bitip diğerinin başlaması, kaçınılmaz olarak muhasebe duygusu uyandırıyor insanda. Geçmişi geleceğe bağlarken, daha iyinin ve daha güzelin olmasını temenni ediyoruz. Ne de olsa umut, son kalemiz. Ve biz o umudu çocuktan öğrendik.
Çocuğunki çabasız bir umut. Varlığının doğal tezahürü. ‘Yetişkin’ kalıbında öğütülmeden önceki halimiz. Bir zamanlarımız, kayıp kıtamız. Sevinci sevinç, hüznü hüzün olarak hesapsızca yaşamak; kin tutmamak; oyunu hayat, hayatı oyun olarak kabul etmek; oyundan da hayattan da zevk almak; birbirinden öğrenmek ve daha nicesi... Biz de bilirdik bunları. Ve sonra yavaş yavaş unuttuk. Büyümenin raconu buydu, biz de mecbur ayak uydurduk.
Gelin o çocuğu bulalım yeniden. Ona kaybettiğimiz umudu soralım. Çocukların çocuk kalarak büyüdüğü, büyüklerin daha çok çocuk olduğu bir yıl isteyelim. Her halükarda geride bıraktığımızdan daha hayırlı olur.

